BİR DAMLA SUYUN DENİZE FAYDASI VARDIR

29 Eylül 2017 Cuma

TRAFİK MAGANDALARI

     

TRAFİK MAGANDALARI

          Gerçekten trafik magandaları ile hiç karşılaşmayan var mı? 
          Hiç sanmıyorum... 
          Mutlaka bir yerlerde yolunuz çakışmıştır, ne kadar istemezseniz de.
        Adana'ya tayin olup geldiğimde ilk konuşulan, trafikte bu gibi kişilere dikkat edin oldu arkadaşlar arasında.
          Yeni yırtmış birini anlattılar. 
       Kırmızı ışıkta beklerken yandaki arabadan bakan adama ne var gibi bir hareket yapmış, yarım saat adana sokaklarında kovalamış adam. Zor kurtulmuş.

Aman maganda canım maganda
Trafikte bıraktın yoktan bir kavga 

          Basında çıktı mı bilmiyorum. 
      Beş kişi, içmişler gece trafikte, gıcık oldukları bir arabaya taciz yapmışlar, hızlarını alamamış arkasından da takip etmiş, çek sağa, çek sağa,  zorla sağa çektirmişler arabayı. 
       Şanssızlık bu ya içinden çıka çıka şamil sam çıksın. Her vuruşunda, her birini bir tarafa savurunca, genç magandaları sedyeyle toplamışlar hastaneye.

     Prensibimdir sinyal veren araç gördüm mü, hemen şerit değiştirmesini kolaylaştırır, yavaşlar yol veririm.
      Zaten İstanbul trafiğinde de, trafik bu şekilde yürüyor. Sinyal ver, burnunu uzat, istediğin şeride geçersin.
      Bazen istisnalar oluyor. 
     Birinde herkes gibi aynı şekilde şerit değiştirdim, bakımlı bir bayan sürücü, arkamda bir şeye kızmış gibi korna yapıyor. 
      Yavaşladım yanıma geldi, 
camı açtım 
           "noluyoruz" dedim.
           "Sen nasıl araba sürüyorsun" dedi. 
   Ben de 
   "siz İstanbul trafiğinde olduğunuzun farkında mısınız? dedim,
 çekti gitti. 
        Sahil yolunda oluyor birde. 
      Herhalde basın ekspres'e çıksa hacamat ederler.
    Yoğun trafikte hangi şeridin akacağı belli olmuyor, ileri görüşlülük şansını deniyorsun.         
       Bazen siz E-5'te sıkışmış haldeyken, yan yol akar, siz bakar jilet atarsınız.
     Malatya'ya yeni tayin olduğum günlerdeydi, trafiğin yoğun olduğu merkezde tali yoldan bir araç ana yol trafiğine girmeye çalışıyor ama bir kişi yol verse. 
       Ben de İstanbul'dan kalma alışkanlık, niye sokulup girmiyor diye  şaşırıyorum.
      Artık ben durdum, işaret ettim, yol verdim. Adam o bezginlik içinde arkasına döndü, elini öptü sonra elini başına koydu beni selamladı. Eşim güldü  "adamı sevindirdin" dedi. 
        Hayret ettim ben gelesiye kadar bir Allah'ın kulu  yol vermez mi ya ?

      Trafik nasıl hayatın gerçeği ise, magandalar da trafiğin gerçeği. 
      Trafik magandaları ile işim olmaz dersiniz hemen. Olmaz ama bazen de onların sizinle işi olabiliyor.
   İstanbul trafiğinden yeni çıkmışım. Her zamanki alışkanlık akşam trafiği, Malatya'da  İstanbul oluyor. Ben tali yoldan geldim. Yavaş ilerleyen trafikte sinyal verdim daldım. Diğer araç zaten, sen burnunu uzatınca  tek çare durup yol verecek.
      Ama bu sürücü genç bir oğlan. Sanki hakkı olan bir şeyi elinden almışım gibi hırsla inatla üzerime sürüyor. 
    Güya yol vermeyecek. Ben yürüyünce de sıkıştı. Can haliyle diğer şeride attı kendini mecburen. 
      Tabii öfkeyle kalkan zararla oturur. Diğer şeritte giden başka bir araca çarptı.
    Çarpışanlar indi arabalarından, baktım bana işaret ediyor, bekle diye. Vardım yanına, toyluğu yetmezmiş gibi birde baskın. "Gördün mü yaptığını" diyor. 
      "Derdin ne senin" dedim. 
      "Senin yüzünden oldu, bir yere ayrılma" der. 
       "Polis çağıralım" dedim.
     Diğer çarptığı adam "bende önemli bir şey yok" dedi gitti.
    Seninki hemen telefona sarıldı. Ben sanıyorum polisi arıyor. Ben onunla konuşurken eşimde polisi aradı.
   Sağa çektik araçları, polis beklerken ara sokaklardan kalabalık bir grup, çoğu yolun karşısında bekliyor, 6 sı yanımıza geldi. 
     Tek olduğumu görünce diğerleri yaklaşmıyor.
   Yanıma gelenlerin içinde siyah paltolu iri kıyım biri de var. Dayı diye hitap ediyorlar. Kaslı, adamın bir kolu benim bacağım gibi. "Siz karışmayın bana bırakın" dese adam, arabayı ters çevir.
       "İn arabadan gel konuşacağız" diyorlar.
Ben de 
       "ne konuşacaksınız polis gelince konuşalım" diyorum.
      "Erkeksen in lan aşağıya" diye beni hızanlandırıyorlar.
     Kapıya davranıyorum eşim tutuyor "hayır kesinlikle inmeyeceksin". 
      Tabii eşimde kocasına zarar gelecek diye efeleniyor.
     Lisede lakabı efe imiş zaten.
      "Defolun gidin ne istiyorsunuz" diyor. 
      Adamlar "en ufak bir çizik olmayan arabamızı kocan çizdirdi gelsin konuşacağız" diyorlar.
      Ben de bundan, "biz de onu çizeceğiz" gibi bir mesaj alıyorum.

      Aslında ortamını hiç sevmediğim orduevine tayinim çıkınca mesaiye gidesim bile yok.
      Şeytan diyor 1 ay rapor garanti gibi.
      Ah işte tam kestiremiyorum ne kadar döveceklerini bilsem, bunu fırsata çevirebilirim, hemen ineceğim.
      İlk defa arabamız çizildi diye çok sinirliler, bir ay rapor yeter falan, hiç kesmez adamları, çok insaflı olacaklarını tahmin etmiyorum.
       Sağ çıkarsan malulen emeklilik gözüküyor gibi.
     Allah'tan polis geliverdi. 
     Arabadan hemen koştum polisin yanına. Polislere "bunlar başka bir araçla kaza yaptı, olay çıkarmaya çalışıyorlar" dedim.
    "Sen kazaya karıştın mı" dedi. 
     "Ben kazaya karışmadım" dedim. 
     "O zaman seninle alakası yok sen git" dedi polis.
      Magandalar arabanın önüne geçiyor "gidemezsin" diyor.
  "bakın burada polis git diyor çekilin" diyorum, bu sefer tehditler 
     "plakanı aldık elimizden kurtulamazsın."
    Polisle baş başa bıraktım ayrıldım oradan.

    "Gonyamıza hoş geldin " dayağını duyunca şimdi Malatyalılar, "bizim magandalarımız bile insaflıdır" diyecekler.
   Astsubay arkadaşım Konya'ya tayin olduğu hafta, eşiyle Mevlana çarşı, pazar geziyor, alışveriş yapıyor, pazar dönüşünde kırmızı ışıkta beklerken (yanlışlıkla eli kornaya mı deymiş ne) sen misin bize arkadan korna yapan.
    Öndeki araçtan 5 kişi iniyor, arkadaşı yaka paça tutup indiriyorlar arabadan. 
    Aralarına alıp evirip çevirirken, kocasını kurtarmak isteyen hamile eşini de itekleyip yerde tepikliyorlar.
    Anne babasının dayak yediğini görüp ağlayan kızlarına da basıyorlar tokadı.
    Hatta hızlarını alamamışlar, pazardan aldıkları poşetleri saçmışlar yola.
    Merkezi bir yerde oluyor, bir Allah'ın kulu gelip kurtarmaz mı?..Neyse.

        Çok uzadı farkındayım.
    Şimdi iki dayak yemişsiniz amma abarttınız. "Eşiyle pazara çıktığında şehit edilen astsubay arkadaşımız var" bu ne ki dersiniz.
       Evet doğru bu ne ki..
       İyi başladık ama hüzünlü bitti.

        Allah'a emanet olun


Vefasız kullardan, vefa bekleme, 
Kıymetsiz bir pula satarlar seni. 

Bulamazsın, bulamazsın, benim gibi seveni, 
Bulamazsın, bulamazsın, seni mutlu edeni. 
     

24 Eylül 2017 Pazar

TEŞEKKÜR EDİYORUM


TEŞEKKÜR EDİYORUM


      Acaba Blog'un ismini iyice düşünüp "Başçavuş'un anılarımı" olsaydı "hem kendi ismim de çok öne çıkmasaydı" diye düşünceye salan;"Başçavuşun Anılarını okuyoruz" diye takılıp beni şaşırtan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum

     "Blog spot u okuyorum" dediklerinde, ben de "niçin beğenmiyorsunuz o zaman" cevabına "biz yalaklık yapmayı sevmiyoruz" diye takılan amirlerime teşekkür ediyorum.

     Gece blogger düzenlemeleri büyük bir hezimetle  sonuçlanıp ümitsizlik içinde 
yattığımda, kızım ve arkadaşlarından, "babanın yazılarını çok beğeniyoruz" diye mesaj atması ile "bana moral oldu,şimdi karmaşık duygular içindeyim" deyince, "babanın kalemi çok güçlü bırakmasın yazmayı" diye bana gaz veren, kızım ve üniversiteli arkadaşlarına teşekkür ediyorum.

     Istatistiklere bakıyorum  bloğun artık hızla tanınmaya başladığı değişik yerlerden ülkelerden(bazı günler Türkiye'den fazla oluyor) ve ülkemizden yazdıklarımı okuyan,bunun için de değerli zamanlarını ayıran tüm okurlara teşekkür ediyorum.

Ve Final

    Hiçbir şey konuşmasak bile, göz göze bakışarak benim ile oturmak isteyen ve bunda başvurduğu girişimler başarılı olamayınca, bilgisayarımı saklayan eşime çok  teşekkür ediyorum.

23 Eylül 2017 Cumartesi

BU MUDUR BU DUR

BU MUDUR BU DUR


         Mehmed'im,sevinin,başlar yüksekte !
         Ölsek de sevinin,eve dönsek de !
         Sanma bu tekerlek kalır tümsekte !
         Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! 
         Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!


      Hapishaneye atılan insanlardan beklenen eziklik, bitmişlik, karamsarlık nerede..? Şu üstadın şiirindeki meydan okuyuş nerede.? 
      Hapisteki adamın diyeceği şeyler mi ? "daha hiçbir şey bitmedi, aydınlık yarınlar bizim, daha ölmedim" seslenişi hasımlarını çıldırtır. Kendisine, "mahkumken hükmeden şair" diyorlar bu şiiri okuyanlar,
           N E C İ P  F A Z I L  K I S A K Ü R E K 
için.
       Mehmed'im derken artık bu Mehmet (kelime anlamı övülmüş, sevimli kişidir. Mehmet, yani herkes üzerine alınabilir) büyük oğlumu yoksa anadolu'daki bütün Mehmedler mi ?
       Deniz Harp Okulu öğrencisidir. Enteresan Nazım Hikmet de o yıllarda aynı okulda öğrencidir. 
       Enteresan diyorum şiirde iki dahinin askeri okulda öğrenci olması ve hocalarının da Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Hamdullah Suphi olması. 
       Allah Allah kimler yetişiyor.
       İstanbul'un işgali ile eğitim yarım kalır. İstanbul Üniversitesi felsefe bölümüne giriş ile ünlü edebiyatçılardan yeni bir dünya ya Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Faruk Nafiz, Ahmet Kutsi'lerin yanına girer.
       GÖLGEMİ ALINDA KAÇIN GECELER acizane,gölge yalnız,malum,gece de kaybolur. 
Işığın olmadığı yerde gölgeden de bahsedemeyiz. Gecelerin kararması;mazlum,mağdur insanlar için midir? yoksa gerçekten karanlık olunca, "bari bize gündüz kalsın hissiz " midir..? Gölge yerde olur,ayaktaki kişi gölgesiz net görülür. Şiirden hissettiğin zevk neyse,anladığın odur deyip affınıza sığınıyorum.Bu Üstadı anlamak gerçekten çok zor.
     İlk önemli eserin tarla ile buluşması Muhsin Ertuğrul tarafından TOHUM  ekilmesi ile başlar. 
    Cahit Sıtkı Tarancı ile tohumlar AĞAÇ MECMUASI olur.
     Başlangıç da dönem dönem menfidir hep umutsuzluk, yalnızlık, feryat, perişanlık.
     Müsbetlik "Allah dostunu tanıyınca" diyen şair, tanınmışlık,sanatkarlık, basamaklarını hızla çıkar,marifet neymiş anlar, onu da

         Anladım işi sanat Allah'ı aramakmış
         Marifet bu gerisi yalnız çelik-çomakmış

       Müsbet telkinlerle bankacılık bitmiş,öğretmenlik başlamıştır.

        Tam Otuz yıldır saatim işlemiş ben durmuşum
        Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum

        O yıllara kadar yaşadığı ÇİLE dönemi meyvelerini vermekte, beş çocuk babasıdır, Neslihan Hanımla evlenmekle.
        Türkiye'nin modernleşmesi nasıl olmalı. Nereye çekersen her yöne değil, küçük hiç değil, BÜYÜK DOĞU istikamet yön bellidir.
        Anadolu'da saçılan tohumları,bereketli topraklar utandırmaz. Hep ümitlidir çünkü geleceğe umutla bakar. 

        Tohum saç bitmezse Toprak utansın 
        Hedefe varmayan mızrak utansın
        Hey gidi Küheylan koşmana bak sen !
        Çatlarsa doğuran kısrak utansın.

Baki âlem'deki istirahatine Eyüp Sultan da devam eder.

         Ölüm güzel şey,budur perde ardından haber
         Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber.

        Necip Fazıl ve Nazım Hikmet çok İyi arkadaştır. Fikirleri çok zıt olması birbirlerinden uzaklaşmaya gerekçe olmaz. 
        İnadına çok yakındırlar birbirlerine.
        Necip Fazıl hapishanede ki Nazım Hikmet'i ziyarete gidince "imkanım olsa seni asardım" der Nazım Hikmet'e, "bu fikirsiz,imansız,insanların seni süründürmesine razı değilim".
         Nazım Hikmet de "imkanım olsa ben de seni asardım darağacının başında oturur 
ağlayıp soylu tarafının takdircisi olurdum" der.
        Kendisini ve Nazım Hikmet'i marjinalleştirmek için, siz sağcısınız,Nazım Hikmet solcu diye kategorize eden gazeteciye "ULAN HIYAR" hitabıyla başlayıp  ayar veren üstat
        NECİP FAZIL KISAKÜREK
                                                           bu mudur budur.

 Şarkımız Bizim.
Kırılırda birgün bütün dişliler,
    Döner şanlı şanlı çarkımız bizim.
Gökten bir el yaşlı gözleri siler.
Şenlenir evimiz barkımız bizim.

Yokuşlar kaybolur çıkarız düze.

    Kavuşuruz sonu gelmez gündüze.
Sapan taşlarının yanında füze,
Başka alemlerle farkımız bizim.

Kurtulur dil,tarih,ahlak ve iman.

        Görürler nasılmış neymiş kahraman.
        Yer ve gök su vermem dediği zaman,
Her tarlayı sular arkımız bizim.

Gideriz nur yolu izde gideriz.
    Taş bağırda, sular dizde, gideriz.
     Bir gün akşam olur, bizde gideriz.
   Kalır dudaklarda şarkımız bizim.


Necip Fazıl Kısakürek

15 Eylül 2017 Cuma

KEDİ FIKRALARINA BAYILIYORUM

KEDİ FIKRALARINA BAYILIYORUM


         Adam  evdeki kediden bıkmış,kurtulmak için, kediyi evden uzak bir yere bırakmış.

       Ama 5 saat sonra kedi geri gelmiş.
      Biraz daha uzak bir yere bırakmış fark etmez, 8 saat sonra çıkıp gelmiş.

     Adam artık o sinirle çok daha uzak yolları da karmaşık bir yere götürüp bırakmış.

    Fakat bu sefer dönüş yolunda kendisi kaybolmuş.
    Bunun üzerine adam evi aramış karısına sormuş.
     - Hanım kedi eve geldi mi ?
     - Geldi bey çok oldu. Sen nerelerdesin ?
     - Söyle ona gelsin beni alsın kayboldum.

       Ordu evinde görev yaparken albay çok sık toplantı yapardı. Toplantıda! işte, tabak, çanak, karşılama, saçma sapan şeyler yani. (saçma sapan derken toplantıyı kastediyorum görevi değil yanlış anlaşılmasın)
       Saatlerce sürer. Konular bana göre çok cıvık.  Fakat albay çok ciddi. Piyadeden gelme. Bir de kara piyadesi yani.
      Şu fıkra hep dilimin ucuna geldi anlatamamıştım. 
      Biraz sıkar tabii bu fıkrayı  toplantıda anlatması. 

      Yine bir fare toplantısında, fareler kedi sorununa çözüm bulmak için toplanmışlar.  Konuyu masaya yatırmışlar, enine boyuna tartıştıktan sonra, o gece iyice kafa çakır olmuş  lider fare,masaya yumruğunu vurmuş 
          -O kedi buraya gelecek.

      Bugün pizza reklamında gördüm tombiş çocuğu "o pizza buraya gelecek"
      Bu reklam tasarımcılarında felaket bir zeka var . Birde nerede, nereye gönderme yapacaklarını da biliyorlar.
      "Ondan para kazanıyor müsaade et bilsinler" diyecekseniz 
       Çok ince siyasi göndermeleri kastedmiştim ama neyse.

      Belki frenleyebilir miyiz diye düşünüp "çok toplantı olan yerde çok sorun vardır " diyesim gelirdi
       Diliyle yamultur valla.
       Idarecilik konusunda anlaşamazdık. Ama insanlığı on numara beş yıldızdı. Ne kadar anlaşamasak da bir kaç ayda bir takdir gönderirdi.

      Orduevi'nde çalışmayı hiç sevmiyordum. Şimdi "keşke bu fıkrayı anlatsammıydı" diyorum. 
     Belki beni postalardı kurtulurdum oradan.

     Çok şehir hayatında kalmışım hakim bey. Akıl almaz şeyler görmüşüm
     Hatırladınız. 
     Elbette hatırladınız. Bir efsane ya. Kemal Sunal 
     Kibar Feyzo.
     Yoksa Kibar Feyzo nun ağadan kurtulamadığı gibi mi olurdu diyorum.

     Artık o zaman beni neremden asardı bilemem.









14 Eylül 2017 Perşembe

GÖRECEKSİN

GÖRECEKSİN


Ağladıkça ağladıkça 
dağlarımız yeşerecek 
görecek göreceksin


                                  Ağladıkça ağladıkça
                                  geceyi tutacağız 
                                  görecek göreceksin


          Şu an Ahmet Kaya fotoğrafını kullanmayı çok isterdim ama şimdilik blok özgün maalesef .

          Gözyaşı ile sulama mı olur ? Evet ülkesinin haline ağlayanlarla olur. Eğer bir yerlerde bombalar patlıyor,terör olayları artıyorsa,orada bir şeyler iyiye gidiyor dur diye ters bir düşüncem var. Hemen "öyle saçma şey mi olur" diye atlamayın. 
         Çok televizyon seyretmediğim için bu şekilde yorum yapan var mı hiç bilmiyorum.
         Özellikle yakın tarihimizde faili meçhul kalmış cinayetleri gözünüzün önüne getirin,bir Uğur Mumcu'dan tutun Muhsin Yazıcıoğlu'na kadar daha aklıma gelmedik ne değerli insanlarımız. Kimlerin ne planlarına, hedeflerine, ulaşmak için kaybettiğimiz değerler.
         Bir programda rahmetli Mahir Kaynak a sordular. Sanırım Uğur Mumcu cinayetinden sonra idi. " kim yapmıştır bu cinayeti Efendim" diye. (taşeronları geçin,bir şey hazır sizin önünüze geldiyse,delil olacak argümanları da tüm açıklığıyla önümüze koydularsa sorgulayın. Hem kimse size "bizim seni düşünmeye zorladığımız,yönlendirdiğimiz yönün tersinde niye düşünüyorsun? Niye sürü psikolojisiyle sürdüğümüz yere gitmiyorsun?" demiyor. Zaten güçleri de yetmez.)
        Rahmetlinin verdiği cevap (o zamanlar derin ağır bürokratik yapı vardı,gücü onlar elinde tutuyordu, genel çerçevede de değişen bir şey yok zaten) " bu cinayet en çok kimin işine yarayacaksa o yapmıştır" dedi. Daha ne desin adam?...Ben de "kimin ne zaman teröre ihtiyacı olur, düşünelim" desem "artık pes bu kadar da olmaz" dersiniz.
       Reykjavik de dünya liderleri bir araya geldiğinde de yine sordular "efendim bir terör saldırısı olabilir mi " diye. Hiç unutmadığım cevabı verdi. Bir de bütün medya harıl harıl terör tedbirlerini veriyordu..
     -."zaten terörü yapanlar bir araya geldiği için kendi kendilerine terör yapmaları gibi bir şey söz konusu olamaz" demişti. Nur içinde yatsın. Onun ölümünde bile kafamda soru işareti var.
      Şimdi bana şunu sormayın sakın "ama bu delil,  isnatları, kimin yaptığına varası ya kadar, isimleri,izledikleri yol, bizim meşru bildiğimiz yollar veriyor. Burada bir terslik yok mu?."
     Eee Canım artık onun cevabını da siz düşünün,her şeyi ben mi düşüneceğim. (çok kafam çalışıyor ya!..)
     Şimdi yazacaklarım benim şahsi düşüncem siz " saçmalamış, kısa kalmış, hiçbir şey anlamamış, karıştırmış,.."  artık ne derseniz. İstediğiniz gibi yorumlayıp eleştirebilirsiniz.
    Dünyadaki mücadele,lam'ını, cim'ini geçelim inanan insanlarla, Allah'ı inkar edenler (yani maymundan geldik diyenler) arasındaki mücadeledir.
    Şu an İslam coğrafyası yanıyor, korkunç bir karmaşa var,ama en başta dedik ki bir şeyler iyi gittiği için. Yoksa Hristiyan aleminin kaybı bizden çok daha fazla durumları çok daha kötü.    "Beter olsun" diye söylenmeyin, onların da bizim gibi kaybetmesi, kimin ekmeğine yağ sürüyor bir düşünün lütfen.
    Avrupa'ya gidenler anlatıyor. "Camilere gidiyoruz değişik görüşteki herkesin Camisi var. Namaz kılmaya gelenlerle dolu.  Hristiyanların çok büyük bir kiliselerine gittik, çay ocağı yapmışlar. Kimse kiliseye gitmiyor,bomboş. Hatta bize sordular çay içer misiniz.? diye."
  Ayasofya aklıma geldiği zaman Avrupalılara güceniyorum. Bizimkilere zaten bir şey denmiyor hemen kızıyorlar. Avrupalı inananların sessiz kalması kabul edilebilir bir şey değil. 
   Ayasofya,inananların mabedi olduğundan, Avrupalı "burası müze değil,derhal cami yapılmalı "diye bağırmalı diyorum.
   Cami olacak tabii ki. Hem burada Müslüman nüfusu var hem de kılıç ile alınmış. Biz Endülüs'ten kalma İspanya'da kilise yapılan Cordoba Katedrali ne (asıl ismi kurtuba camisi) "cami olsun" diyormuyuz. Zaten orada Müslüman nüfusu kalmamış. Şimdi Avrupa böyle derse yani Avrupalı dindar insanları kastediyorum. Bizde delikanlılık yapıp bir köşesinden onlara ibadet izni verebiliriz, belki.(şimdi onlar da "dünya da güç merkezi yapalım diyoruz elinizin tersiyle bide 'siz bizi küçümsüyorsunuz ' gerekçesiyle itiyorsunuz" derler.
   Çünkü Ayasofya sadece İslam değil tüm inananların simgesidir.
   Biliyorum sizi soktukları kalıbın dışına çıktığım için birçok şeyleri şimdi yerine otur tamıyorsunuz.
   Biraz daha anlaşılması için biraz aralayalım. ( açayım demem imkansız, devasa yazarlar bile konunun hassasiyetinden sembollerle konuşuyor. Biraz derin gireni kaldırıyorlar. Şimdi bende kaldırılmak pek istemiyorum. )
    Nasıl bizde (biz Türkiye'yiz bunu bir kenara koyuyoruz) Türk protestanları veya A Haber izleyenler!... varsa onlar da da aynı. Türkiye'de papazı öldürüp, hem de muhitinde  sevilen kişiler, Avrupa'da yayınları patlatmalarından anlaşılsın. 
    Belki izlediniz.  Kur'an zannedilen İncil sosyal deneyi. Çok yaygın you tube da.
    Fransız gençler, bunlar Müslüman olmuşlar. Halk üzerinde bir sosyal deney yapıyorlar.   Daha doğrusu halkın algı operasyonları ile ne hale getirildiğini ispatlamak istiyorlar. 
   Ellerine incil almışlar ama dış kabını çıkartıp Kuranı Kerim'in dış kabını geçirmişler. İncil'den de birkaç yerin altını çizmişler,sokakta karşılaştıkları Hristiyan kişilere (kitap kapalı olduğundan dış yüzü görünüp okunuyor) kitabı açıyorlar, işte şunu yapanın elini kesin bunu yapan bu ceza verilsin diye altı çizili satırları gösteriyorlar. çok değişik kişiler değişik tepkiler gösteriyor. 
   -bu çağ da böyle şey mi olur?..
   - eski zaman kitapları bunlar 
   -kabul edilemez hiç çağımıza uymuyor falan.
  Aynı kişilere kitabın kabını çıkartıp, kitabın aslında İncil olduğunu, İncil'de böyle ayetler olduğu söylenip,gösteriliyor. Maalesef aynı kişiler 180 derece dönüp
   - kendime inanamıyorum 
   -hemen nasıl böyle atladım 
diye çelişkide kalıyorlar.
   Bizdeki medya olaylarının aynısı. Oradaki insanlar üzerine de uygulanıyor. Bu insanlara kızmayın. Biraz daha yukarıdan bakın lütfen. Yakından bakınca detayları yakalarsınız, fakat yukarıdan bakınca görüş açınız çok artar. Matriks filmindeki gibi (belki 7-8 kere izledim 1. yi tabi ki diğerleri zaman kaybından başka bir şey değil). Abartı olmasın aydınlanmış bilinçlenmiş kişiler halkı biraz sarsarak uyandırmak istiyor.

         Bu blog başlayalı bir aydan biraz fazla oldu. Kendimi frenlemek istiyorum ayda  1-2 neye yetmez diye düşünüyorum. 
        Ama bu sefer de kendim ile çelişkiye düşeceğim . Blog u kurarken amacıma " ilham olursa" diye yazmıştım.
        Şimdi 13 yazı az değil.
        Artık bilmiyorum girdiğim ortamlarda "Kişisel blog yazarıyım" diye başlayıp kendimi tanıtsam nasıl olur...
        Amma havalı olur ha!...
        Şimdi karacı arkadaşlar okuyunca "İşiniz gücünüz hava civa" diyecekler her zaman olduğu gibi.
        Ama ben de onlara sistemin işleyişine gönderme yapıp "kara düzen" diye takılırdım. 

 Ağladıkça ağladıkça
 bozkırlar yeşerecek 
görecek göreceksin

                               Ağladıkça ağladıkça 
                               güneşi tutacağız 
                               görecek göreceksin

7 Eylül 2017 Perşembe

BİR KARA KAŞIN BİR KARA GÖZÜN DEĞER DÜNYA MALINA

BİR KARA KAŞIN BİR KARA GÖZÜN 

 DEĞER DÜNYA MALINA


       Sevgi,öyle bir şey ki, onun girdiği her şeyin rengi, kokusu, tadı, değişiyor...

      Öyle değil mi?. Yüce yaratıcı bütün yaratılmışların en değerlisi en mükemmeli (a.s.) için "Sen olmasaydın hiçbir şey yaratmazdım" dememiş miydi ?. Evet Yüce Allah, bütün kainatı sevgi üzerine yaratmış.
      Bunu anlayabilmek için bakıyorum; atomlardan galaksilere kadar her şey bir cazibe ve bir kanun,dini terimle bir ayet ile ayakta duruyor. Fizik dersinde çekim kanunu ile anlatılan olay. 
      Bir annenin yavrusunu alıp bağrına basması o çekim ile o cazibe ile işte bu sevgi ile oluyor
    İnsan yaratılmışların en mükemmeli ve bütün kâinatın modeli. Tanrının yeryüzündeki halifesi deniyor.
    Yaratıcı bütün yarattığı mahlukunu sever,dediğimizde,esas muhatap olanın hiçbir şey anlamaması veya "anlamıyorum demesi" aslında bütün kainatı inkar etmesi demektir.
     "Eee böyle insanlar var" derseniz".... Maalesef o kelli felli adamlar kendini bile inkar ediyor,sırf Allah'ı kabul etmemek için.
     Halbuki binlerce duyu, done içinde sadece sevgi üzerine düşünse,direk gidip "Allah'ım ben geldim" diyecek. Kaldı ki Yüce yaratıcı bizden bir şey istemiyor.  Benim anladığım "sizi cennete layık yarattım ait olduğunuz yer orası" mesajı veriliyor. 
    Peki nereden anlıyoruz?.. Adem babamızı yaratınca Yüce Allah "sen bir dünyaya git kulluğuna bakalım değerlendiririz" dememiş ki. 
    Direk cennete...Yani verilen mesaj da, (dikkatinizi çekerim tarif edilmiyor) bizzat elinden tutup götürülüp,gösterilip, içine yerleştirilerek "siz buraya aitsiniz, yanlış adrese gitmeyin, gayret ve performansınıza göre aranızdaki seviye, derece belli olsun" deniyor.
      Konuyu dağıtmayalım. Sevgi üzerine kafa yoruyoruz.
     Olmaz da aslında bir fantezi ile anlamaya çalışalım. Yani bir elektronun,atomun etrafında veya bir gezegenin,güneş'in etrafında değil de, "biraz kafama göre takılayım" demesi mümkün mü?.. Bir bebeğin annesine "sana ihtiyacım yok herkes kendi işine baksın" demesi mümkün mü?... zaten böyle bir talepte yok. Yani herkes hayatından memnun. Çünkü sevdiği, bağlı olduğu, birisi olması mutlu ediyor.
     Sonuç bir tek sevgi kelimesi bizi aldı nereye götürdü ?.
     Cevap; çok iyi bir yere, direk yaratıcının yanına.
    Cenab-ı Allah kullarına kızmaz ama yaptığı kötü fiilleri sevmez. Özür dilememekte ısrar edenleri cezalandırır.
    Saçma sapan karanlık dehlizlerde içip içip," ben niye varım ?" diye soracağına,"ben niye seviliyorum ?" diye sorsa İNSAN !...

   Allah'a emanet olun Sevgili dostlar.

( Reklam gadget'lerini açmamıştım. Şimdi sevgi kelimesi dini konu ağırlıkta oldu. "Bak para kazanmak için dini argümanları nasıl kullanmış" denmemesi için artık hiç açamam )



5 Eylül 2017 Salı

EMEKLİLİĞE BİR ŞEY KALMADI

EMEKLİLİĞE BİR ŞEY KALMADI 

   Şimdi askerlik mesleğinde 30. yılın dolmasına artık aylar kaldı.


İnan ki Ağlamadım 
 Hüzünlüyüm sadece

             Gözlerimdeki nemler çiğ gibi
  Yağar böyle her gece

    Peygamber ocağında 30 yıl diyelim.
   "Emekli olmuyor musun" soruları da daha sık geliyor. Özellikle askerlikte, mesleği yapma şekli, hemen günü doldurup gitme şeklinde olunca. Devlette gerçekten 5 yıl yıpranmayı boşuna vermiyor.
    Özellikle askerliğe girerken bile bitirmek üzerine kuruluyor beklentiler.
    Hava Teknik okullar Komutanlığı'nda astsubaylık kazandığımda astsubayın ne olduğunu bile bilmiyordum. Çünkü askerlik hiç mi hiç ilgimi çekmiyordu. Mülakatta bizim evin adresi yüzbaşıoğlu sokak olduğundan bana "yüzbaşı rütbesi nasıl" diye sorduklarında "bilmiyorum" demiştim.
   Bugün bile düşündüğümde,o zaman ne kadar mantıklıymışım. O yıllarda lise 3 yıldı. Ben daha iyi bir yer tutturmak için özellikle çok yüksek puanlı üniversiteler yazdım ki o sene hiçbir şey gelmese de olur. Bir yıl hazırlanıp öbür sene daha iyi yere  gireceğim. (Güya) Rabbim günah yazmasın, saygısızlık olmasın,şu halime sonsuz minnettarım.
    Komşumuz kunduracı Erol amcanın astsubaylık okuyan oğlu vardı. Erol amcanın yanına vardım. "Ben astsubaylık kazandım ama gitmek istemiyorum sen ne dersin" dediğimde o ikna etmeye çalıştı beni.
    Çok samimi bir insan "bak ben 40 yıldır kundura yapıyorum, hala da kaç sene yapacağım belli değil ama sen 19 sene sonra emeklisin." demişti.
    Baba yok zaten. Annem "sen üniversite okuyacağım dersen bu kardeşlerin okuyamaz" deyince her şey bitti.
    Evet iş bu kadar basit değil. Bizim için takdir olunan şey yaşanmadan adım bile atamıyoruz, atamıyorsunuz. 2009 Mart ayında emekliliği hak ediyordum. Ne zaman amir görse bir şeyler hesaplıyorum. "ne yapıyorsun" diyor..."emekliliğe kaç gün, kaç saat kalmış onu hesaplıyorum" diyorum... gülüp gidiyor. Gerçekten ne kadar hesap yaparsanız yapın kader bize bakıp gülüyor dostlarım.


Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana
                                    Mehmet Akif
                          Çanakkale Şehitlerine
("tüllenen mağribi akşamlar" Nereden buldun üstadım bu kelimeyi,sadece bu beyti okuyunca bile oturup saatlerce ağlayasım geliyor.Herkesin yorumu farklı olabilir. Acizane,ben anlamı biraz daha genişletiyorum. Biliyorsunuz kuzeyde 6 ay  hiç güneş batmaz..Muhteşem görüntüler çıkar.Yoksa mana açık "kuzey Afrika'nın elden gitmesi İslamın yarası") 


     Bakın bu duruma şu yaşadığım olay da şahit
     Bana enteresan geliyor. Eminönü'nden 81 e bindim sahilden gidiyor.Deniz tarafına cam kenarına oturdum. Otobüsün içi ile hiç alakam yok.
    Denizin maviliği, uçan martılar ve benim kesin kafama koyduğum, bir ay sonra dilekçe verip emekli olmak. Güya her türlü ayrıntıyı düşünüyorum. Tek başıma emekli olsam tamam da aslında çoluk çocuk emekli oluyoruz.
    Ben böyle kesin kararımı vermiş düşünceler içerisinde otobüsle giderken yanıma benden tahminimce 15-20 yaş daha büyük bir kişi  oturdu bana döndü "sakın emekli olma". Allah'ım şaşırdım kaldım. Ben kimseyle konuşmuyorum, hiç bir muhabbet bir şey yok ortada, adamın ilk bana söylediği "sakın emekli olma"... 
   O kadar samimi  ki beni ikna etmeye de çalışıyor.
"Bak ben emekli oldum. Çocuklarımı okutabilmek için Sirkeci'de hamallık yapıyorum.  Bu yaşta yapabileceğim bir şey mi?.. ama mecburum."
   Ben donmuş kalmışım hiçbir şey konuşamıyorum. Adamla tanışıklığımız falan da yok. "Ben de emekliliği düşünüyordum" demem de imkansız. 
   Neredeyse ağzıma girecek. Otobüste kalabalık ama adam büyük bir istekle bana anlatıyor. (sanki ben bir şey söyledim). Beni ikna etmeye çalışıyor. O anlattıkça ben zaten donmuşum, sadece yaşam belirtisi göstermek için "evet" diyorum,ara ara.
   Kumkapı veya Yenikapı'da indi.
   Fikirlerimde çok bir değişiklik olmadı. Eve geldim ve eşime anlattım...." Adamın karşısında ağzımı bile açamadım kaldım öyle" dedim. Eşim hep karşıydı  zaten..."sen daha nasıl bir ikaz istiyorsun" dedi...
    Çok olağanüstü bir şeyler olmazsa (dünya'ya meteor çarpması gibi) çok bir şey de kalmadı emekliliğe. Allah ömür verirse 2025 Ağustos...
   Şimdi emekli olmuş dostlarımız "doyamadım gitti askerliğe" deyip gülecekler gerçi ama.
   Gerçek olan şudur ve bu kesinlikle kültür Müslümanlığı da olmamalı

                                                ALLAH'IN DEDİĞİ OLUR

                               Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber
                               Sana âğûşunu açmış duruyor peygamber

Ben anladığımı söyleyeyim müsaadenizle

Akıllı ol daha mezar isteyip ne yapacaksın(lazım mı ki sana)
Sen zaten Hazreti peygamberin himayesindesin.